4 Ocak 2009 Pazar

Kriz Teğet mi Geçti, Ortadan mı?

Son zamanların en çok konuşulan konularından biri de Amerika’dan başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz. Peki bu kriz Amerika’da neden başladı? Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, mortgage ismi verilen uzun vadeli konut kredilerinin geri ödemeleri yapılamadığı için. Her şeyi inceden inceye hesap eden, 50 sene sonraki devlet politikalarını bile şimdiden hazır eden Amerika, bu kredileri verirken, geri ödenemeyeceğini acaba gerçekten bilemedi mi, yoksa işin altında farklı muzurluklar mı yatıyor?
Amerika’da kriz ortaya çıktığında Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’a krizin Türkiye’yi etkileyip etkilemeyeceği sorulduğunda; krizin Türkiye’den teğet geçeceğini söylemişti. Bu söz Türk Halkı tarafından yanlış yorumlandığı Başbakanın son açıklamalarından anlaşıldı; Teğet geçmenin Türkiye’yi etkilemeyeceği değil, ucundan azıcık etkileyebileceğini söyledi. Teğet geçmekle ortasından geçmek arasında Türkiye için nasıl bir fark olabilir acaba? Türkiye’de konut kredileri geri ödenmediği için batan bankalar yok ama Türkiye nasıl etkileniyor diyecek olursak; dolaylı yoldan etkilendiğini görmekteyiz. Başta Amerika olmak üzere birçok Avrupa ülkesi krizin etkilerinden kurtulabilmek için ithalatı kısıtlayarak harcamalarını asgariye indirdi. Bu durumda ihracat yapan Türk işletmeleri de ya hiç mal satamaz hale geldi ya da sattıkları miktar eskiye oranla azaldı. Bunun sonucu ise yurt dışından Türkiye’ye girmekte olan döviz miktarı azaldı. Anlaşılamayan husus ise ihracat ile alakası olmayan bazı kesimler de kriz çığırtkanlığı yaparak, ülkemizi kaosa sürüklemeye giriştiler. Krizi fırsat bilip işci çıkartan işletmeler oldu. Bazı insanlar da dünyadaki bu krizi sanki Türkiye’deki hükümet yöneticileri çıkarmış gibi siyasi propaganda yapmaya başladılar. Amaçları; hükümet düşsün, sonra bizimkiler gelsin idi. Sizinkiler kim, bizimkiler kim Allah aşkına? Türkiye bir gemi ise, bizler de yolcularıyız. Gemi batarsa birlikte batarız. Biz en iyisi gemiyi yüzdürmeye çalışalım. Seçim zamanı geldiğinde, gemi kaptanı ve mürettebatını seçmek bizlerin elinde.
Dünya krizden kurtulmak için ne yapıyorsa biz de onu yapalım. Amerika’da iyi yönetilemediği için zor duruma düşen bankalar ve otomobil firmalarına kongreden destek çıkmadı, batanlar battı, kalanlar yüzüyor. Türkiye’de geçmişte bunun tam tersi örnekler yaşandı. Ona buna peşkeş çekilerek içi boşaltılan bankalar, kurtarma operasyonu adı altında devlet desteği ile kurtarıldı. Peki bunun bedelini kim ödedi? Tabii ki gariban Türk halkı ödedi. Amerikan halkı ise kurtarma görüşmeleri kongreye sunulduğunda sokaklara döküldü ve yönetimlerine hesap sordu, “kimin malını kime veriyorsunuz” diyerek kendini kurtardı. Amerika nezle oldu ama birçok dünya ülkesi zatürreye yakalandı. Ekonomisi kötü olan bir ülkenin uluslar arası camiada parasının değeri düşerken, Türkiye’de Amerikan Dolarının değeri yükseldi. Yani biz de zatürre olanlar arasına girdik. Bu zatürreden nasıl kurtuluruz acaba? Amerika’nın ve Avrupa ülkelerinin taktiğini izlemek en kolay ve anlaşılır olanı diye düşünüyorum: İthalatı kısmak. Özellikle otomobil, bilgisayar, plazma TV, cep telefonu, beyaz eşya ithalatını kısıp Türkiye’de üretimi olan ürünlere yönelmek. Bunu yapabilmenin iki yolu var. Birincisi halk olarak topyekün hareket etmek, ithal mal satın almamak ve lüks harcamadan kaçınmak. İkincisi ise hükümete düşüyor ki o da yerli üretimi teşvik edici uygulamalarda bulunurken, ithalata vergi yükü gibi kısıtlayıcı önlemler getirmek. Peki gümrük birliği anlaşması ne mi olacak? Böyle bir anlaşmayı zaten Türkiye tek taraflı olarak kabul etmişti. Yani yabancılar Türkiye’ye istedikleri gibi kolayca mal satacaklar ama Türkiye onlara satamayacak. Biz enayi miyiz? IMF kapımızdan ayrılmazken, Türkiye borç batağında yüzerken, biz neden borç ödemek için tekrar borç alalım ki? Krizi fırsat olarak kullanıp, biz de Avrupa ve Amerika’ya diyelim ki; “kusura bakma arkadaş, borçlarımı ödeyinceye kadar ve sizler de bize gümrük kapılarınızı şartsız açıncaya kadar ben sizden alışveriş yapamayacağım” Bunu diyebilir miyiz? Bal gibi de deriz. İsrail ateşkes anlaşmasına uymayıp, Filistin’e saldırıp katliam yaparken sesini çıkarmayan dünya ülkeleri bunu da anlayışla karşılasınlar.
İkinci önemli önlemimiz, banka tercihlerimizde olabilir. Hepimiz biliyoruz ki, adı Türk ancak sahibi yabancı bankalar var ülkemizde. Bankalar nereden para kazanıyor? Deyim yerinde ise tefecilikten kazanıyorlar. Üstelik bu işi de devletin izni ile yapıyorlar. Ortada bir üretim yok. Borç para veriyorlar, sonra da enflasyonun çok üzerinde faiz uygulayarak verdiklerinin çok daha fazlasını geri alıyorlar. Peki bu tefecilik kurumları yabancı işletmeler olursa ne oluyor? Türk milletinin paracıkları yurt dışına çıkıyor, halk da günden güne daha fakirleşiyor. Üstelik bu tip bankalarla ilgili şu söylentileri de duyuyoruz: Bu yabancı bankalar kredi verirlerken, karşılığında gayrimenkullere ipotek koyuyorlar, en ufak bir pürüz çıktığında kredi sözleşmesini iptal edip bu gayrimenkullerin sahibi oluyorlar. Bu durumda bu tip mal varlıklarını Türklerin elinden kolayca ve çok daha ucuza kapatmaları mümkün oluyor. Yabancılara mülk satışı ise kanayan bir yaramız olarak devam etmektedir. Dedelerimizin kanları karşılığı kazanılmış olan topraklarımız, siyasilerimiz tarafından çok kolayca feda edilebiliyor. Nereye kadar gider bu işin sonu bilinmez ama iyiye gitmediği kesin. Bir çırpıda devlet kasasına toplu para giriyor diye sevinen siyasilerin yaptığı; “altın yumurtlayan tavuğu kesme” operasyonundan başka bir şey değildir. Yurdumuzun en güzel ve değerli yerleri maalesef yabancıların elinde bulunmaktadır.
Türkiye ne krizler atlamış ve de nicelerini atlatacaktır. Yeter ki “yurdunu milletini özünden çok seven” insanlarımız ve yöneticilerimiz olsun. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Mutlu yarınlara Türkiye…
Yrd. Doç. Dr. Metin Kasım

Hiç yorum yok:

TÜM FOTOĞRAFLAR METİN KASIM'a AİTTİR.HİÇBİR ŞEKİLDE İZİNSİZ KULLANILAMAZ.